Cepheden Cepheye Koşan Bir Gazinin Harp Hatıraları
Kimi Yemen'de, kimi Kudüs'te, kimi Kafkasya'da kimi de Çanakkale'de bırakmışlardırya canlarını ya bir uzuvlarını veya hatıralarını.Kimi de kardeşini, en yakın akrabasını, en sevdiklerini bırakmıştır uzak memleketlerde.Onların fedakarlıklarının karşılığını ödemek tabi ki imkansız.Şu kadar var ki, onların bizzat yaşadığı bu harp hatıralarını nakletmek de yaşadıkları zorlukları ve verdikleri mücadeleyi anlamak yolunda faydalı olur kanatindeyim.İşte ömrünün baharını, gençlik yıllarını cepheden cepheye koşarak, vatanı için canını vermekten çekinmeyen isimsiz kahramanlardan birinin hatıralarının bir kısmını, o günleri daha iyi anlamamız için nakletmeye çalışacağım.
Bu kahraman gazi neferin ismi Ali oğlu Ahmet.Denizli'nin Tavas İlçesi'ne bağlı Kozlar Köyü'nde, resmi kayıtlara göre 1893, fakat kendisinin söylediğine göre 1888 senesinde dünyaya gelmiş. Askerlik çağı gelince orduya katılmış, Osmanlı'nın son devirlerinde patlak veren harpler sebebiyle 12 sene boyunca evinden ve ailesinden uzakta, cephelerde kalmış. Hatta bu ayrılık öyle bir hal almış ki harpler bitip köyüne döndüğünde babası, oğlunun döndüğü haberine inanamamış, onu ancak sırtındaki beninden tanıyabilmiş.Çünkü diğer iki kardeşi Emin ve Ali, Kafkas cephesine gitmiş ve geri dönmemişlerdir.
Yemeğimiz Ot ve Ağaç
Ahmet ve arkadaşları, Süveyş Knalı'na kadar sırtlarındaki yüklerle yaya olarak gitmişler;otları ve ağaç kabuklarını kendilerine katık yapıp yol kenarındaki birikinti suları içerek susuzluklarını gidermişler. o günleri anlatırken duygulanan nefer Ahmet'in kurşun ve top sesleri yüzünden kulakları da zarar görmüş, duymaz olmuştur. Torunlarına:
"İngiliz askeri korkak olur. Birimiz on İngiliz askerine yeterdik. Fakat onlar Müslümanları kandırdılar. Oyuna getirdiler. çok askerimizi kırdılar." diye anlatırmış. Yunanlılarla olan mücadelerinden bahsederken de:
"yunanlılar cephede bize laf atar, Turko gel görüşelim , diye bizi çağırırlardı. kurşun sesleri kulağımızda çın çın çınlardı." dermiş.
Gençliğin baharında köyünden çıkan nefer Ahmet, hatıralarında Ali İhsan Paşa'nın İngilizlerin oyunuyla Malta'ya sürgün gönderildiğini, fakat paşanın memleketini çok seven bir adam olduğu için bir yolunu bulup Malta'dan kaçarak Yunanistan'a geldiğini, oaradan da deniz yoluyla ,bir ikindi vakti kendileri de Fethiye taraflarında bulundukları esnada geldiğini söyler ve şöyle devam eder o günleri anlatmaya:
"O zaman cephede asker aç. Yiyecek yok. Asker açlığa dayanamıyor.Ali İhsan Paşa, bir ikindi vakti denizden giriş yaptı. Hemen namaza durdu. Namazdan sonra: 'Biz cephelerde Allah'ın inayetiyle muzaffer olduk, imanla harp ettik.' dedi.
Çanakkale'den Yemen'e
"Çanakkale de harp ettikten sonra sırtımızdaki yükle Malatya'ya kadar yaya yürüyüp oradan Yemen tarafına geçtik. Yiyecek yok. Su yok. Ot, çalı, ağaç kabuğu ne bulursak yiyoruz. O zamanlar at kıymetli, katır kıymetli. Elde biraz arpa var. Biz yesek hayvanlar aç kalır. Hayvanlar yese biz. Yokluk var. Ne yapalım hayvan yesin. Arpanın hepsini hazmedemez. Dışkısında arpa taneleri olur. Onları ayıklayıp kavurup yersin Öyle günlerdi vesselam. Oralarda harbettikten sonra kudüs'e geldik. Kudüs'ün topraqğı buram buram kokar.
"İngilizlerle harbederken İngiliz askerinin birini tüfeğimin dipçiğiyle yere serdim, hemen paltosunu aldım. Hava soğuk, elbise yok. Ne ele geçirirsek onu giyiyoruz. Harpler bitinceye kadar onu giydim. Gün geldi terhis olunca bölük emini paltoyu istedi. 'Paltoyu ben kendim İngiliz askerini yere serip ondan aldım. Bu bir hatıradır.'deyip vermek istemedim. O da beni kumandana şikayet etmiş. Kumandan beni çağırdı. 'oğlum niye vermiyorsun paltoyu?'diye sordu. 'Onu ben kendim aldım dedim.' Kumandan: 'Evladım bıraksanda başka bir mehmetçik giyip istifade etse olmaz mı? deyince dayanamadım bıraktım.
Yunanla harp esnasında cephede yanımda iki kişi daha vardı. Bir ara sacayağı gibi üç kişi kaldık. Tam ortamıza Yunan'ın topu düştü. İkisininde havaya fırladığını, parçalandığını gördüm. Ben ayakta kalakaldım. Hemen koşmaya başladım ama ayağımdaki potin içine su almış gibi ses çıkarmaya başladı. bir müddet sonra durup baktım. Arkamdan kan sızıyor ve potinime giriyor. Meğer topun şarapnel parçası kabama girmiş. Oradan kan sızıyor. O halde susurluk'a kadar geldiğimi hatırlıyorum. İşte o parçayı vucudumdan hiç çıkarmadım. Bana bir zararı yok. Soğuk havalarda biraz sızlıyor ama olsun.
İki Kardeşim Geri Gelmedi
" Harp bitti memlekette sulh oldu. Köye döndüm. Ama iki kardeşim geri gelmedi. Enver Paşa askeri perişan etti. Onlar da o zaman onunla sarıkamış dağlarında kaldı. Belki de Rusya'da kaldılar. Ama dönemediler. Ben döndüm ama babam inanmamış, köylüye:'Benim oğlanlar cephede öldü kaldı. Seneler oldusimalarını bile unuttum.' demiş. Tabi yaşlılık da var.' Ahmet'in sırtında bir ben olacaktı, oradan tanırım.' demiş. Götürdüler beni. Tabi ben tanıdım. O da baktı baktı. Sırtımdaki beni görünce sarmalaştık."
Gün geldi soyadı kanunu çıktı ve Ali oğlu Ahmet, Özütemiz soyadını aldı. Devlet gezilerine maaş bağlama kararı alınca torunları, o da istifade etsin diye müracaatta bulunacakken: "Evladım biz bu vatanı para için müdafaa etmedik. İstemem. Bana faydası olmaz!" deyip reddetti.
20 Ekim 1982 tarihinde de vucudundaki şarapnel parçasıyla beraber vefat etti. Terhis belgesini kaybettiği için İstiklal Madalyası alamadı. Ama o şarapnel parçası onun madalyası oldu. Onun ve diğer bütün şehid ve gazilerimizin ruhları şad olsun.